Babil

Mehmet Tuğrul Kaya
4 min readNov 19, 2023

Bugün izlerken yorulduğum bir filmi paylaşmak ve inceleme yazmak istiyorum. Filmimiz Babil. Alejandro González Iñárritu’nun yönetmen koltuğunda oturduğu “Babil”, 2006 yılında beyaz perdeye yansıdığında, izleyicileri sadece sinematografik bir başyapıtla değil, aynı zamanda karmaşık ve çok katmanlı bir anlatı ile karşı karşıya bıraktı. Film, dünya çapında dört farklı hikayeyi iç içe geçirerek, kültürel ve dilsel sınırların ötesindeki iletişim ve yanlış anlamaların getirdiği zorlukları ortaya koyuyor. Brad Pitt, Cate Blanchett gibi yıldız oyuncuların yer aldığı bu filmde, her bir hikayenin iç içe geçmesi ve birbiriyle bağlantı kurması, izleyiciler için hem zihinsel bir meydan okuma hem de duygusal bir deneyim sunuyor. Bu eleştiri yazısında, “Babil”in bu karmaşık yapıyı nasıl başarıyla ele aldığını, izleyicinin filmin derinliklerine nasıl dalabileceğini ve Iñárritu’nun bu etkileyici eserini hem teknik hem de duygusal boyutlarıyla nasıl inşa ettiğini detaylandıracağız.

Konu ve Tema Analizi:

Babil, dünya çapında geçen ve birbirine bağlı dört farklı hikayeyi merkeze alırken, her birinin kendine has zorlukları ve karmaşıklıkları üzerinden iletişim ve anlaşmazlıkların evrensel temalarını işliyor. Film, Meksika, Fas, Japonya ve Amerika Birleşik Devletleri’nde geçen hikayeleri aracılığıyla, kültürlerarası etkileşimlerde ortaya çıkan yanlış anlaşılma ve önyargıları inceliyor. Bu hikayeler, dilin ve iletişimin, insan deneyiminin merkezinde ne kadar önemli bir rol oynadığını ve aynı zamanda ne kadar kolay çözülebilen bağları koparabileceğini gösteriyor.

Filmdeki her bir karakter, iletişim engelleriyle yüzleşirken, bu durum aynı zamanda izleyicilere de yansıyor. Örneğin, Fas’ta yaşanan trajik bir olay, diğer hikayelerle nasıl iç içe geçtiğinin ve global bir dünyada yaşamanın karmaşıklığını ve bir o kadar da hassasiyetini vurguluyor. Iñárritu, karakterlerin iç dünyalarını ve çevrelerinde gelişen olayları öyle bir şekilde işliyor ki, izleyici olarak kendimizi onların yerine koymadan edemiyoruz.

Babil’in en güçlü yönlerinden biri, bu farklı hikayeleri, zaman ve mekan sınırlarını aşarak birleştirmesidir. Film, izleyiciye, küreselleşen dünyada, farklı kültürler ve toplumlar arasındaki iletişim kopukluklarının ve anlam kaymalarının, ne kadar büyük sonuçlar doğurabileceğini gösteriyor. Bu, izleyici için zorlayıcı olabilir, ancak aynı zamanda filmin mesajının gücünü ve evrensellik arzusunu da artırıyor.

Yönetmenlik ve Sinematografi:

Alejandro González Iñárritu’nun yönetmenlik becerileri ve Rodrigo Prieto’nun sinematografisi, “Babil”deki hikayelerin gücünü ve etkisini büyük ölçüde artırıyor. Iñárritu, film boyunca izleyicileri sürekli olarak mekansal ve duygusal bir yolculuğa çıkarıyor. Farklı coğrafyalar arasındaki geçişler, hikayelerin birbirine nasıl bağlandığını görsel olarak sergilerken, aynı zamanda izleyicilerin bu farklı dünyalar arasında gezinmesine olanak tanıyor.

Prieto’nun kamera işçiliği, her bir hikayenin atmosferini ve duygusal tonunu mükemmel bir şekilde yakalıyor. Örneğin, Fas çölünün geniş ve boş manzaraları ile Tokyo’nun yoğun ve ışık dolu sokakları arasındaki tezat, izleyiciye dünyanın farklı köşelerindeki yaşamın çeşitliliğini ve zıtlığını hissettiriyor. Bu görsel anlatım, hikayelerin içeriğini ve karakterlerin duygusal durumlarını zenginleştiriyor.

Iñárritu’nun anlatım tarzı, ayrıca, filmdeki karakterlerin iç dünyalarını ve yaşadıkları zorlukları derinlemesine anlamamızı sağlıyor. Kamera, sık sık karakterlerin yüzlerine yakın planlarla odaklanarak, sözsüz iletişim aracılığıyla onların duygusal durumlarını ve düşüncelerini izleyiciye aktarıyor. Bu teknik, filmdeki diyalog eksikliğinin ve dil engellerinin aşılmasında önemli bir rol oynuyor.

“Babil”deki oyunculuk performansları, filmi sadece bir görsel şölene dönüştürmekle kalmıyor, aynı zamanda duygusal derinliği ve karakterlerin karmaşıklığını da ortaya koyuyor. Brad Pitt ve Cate Blanchett, Amerikalı bir çift olarak, hem fiziksel hem de duygusal zorluklarla mücadele ederken, gerçekçi ve katmanlı performanslarıyla dikkat çekiyorlar. Özellikle Blanchett’in karakterinin yaşadığı trajedi, izleyicinin empati kurmasını sağlıyor ve filmin duygusal yoğunluğunu artırıyor.

Gael García Bernal ve Rinko Kikuchi’nin performansları da övgüye değer. Bernal, Meksikalı bir genç olarak, sınır ötesi yolculuğun getirdiği riskleri ve zorlukları canlandırırken, Kikuchi ise işitme engelli bir Japon genç kız olarak, iletişim kurma çabasını ve dış dünyayla olan bağını dramatik bir şekilde ifade ediyor. Her iki oyuncu da, karakterlerinin içsel dünyalarını ve duygusal mücadelelerini inandırıcı bir şekilde yansıtıyor.

Filmdeki oyunculuk, ayrıca, farklı kültürel ve sosyal arka planlara sahip karakterlerin duygusal ve psikolojik deneyimlerini zenginleştiriyor. Her bir oyuncu, karakterinin iç dünyasını detaylı bir şekilde yansıtarak, izleyicilerin onlarla empati kurmasını ve hikayeleri daha derinlemesine anlamasını sağlıyor. Bu, izleyicinin filmdeki karmaşık yapıyı ve karakterler arası bağlantıları daha iyi kavramasına yardımcı oluyor.

Müzik ve Ses Tasarımı:

“Babil”in müzik ve ses tasarımı, filmdeki hikayelerin duygusal etkisini ve atmosferini büyük ölçüde güçlendiriyor. Gustavo Santaolalla’nın bestelediği müzikler, filmdeki duygusal yoğunluğu ve gerilimi artırırken, aynı zamanda hikayeler arasında akıcı bir geçiş sağlıyor. Santaolalla’nın minimalist ve duygusal tonları, izleyicilerin filmdeki duygusal deneyime daha derinden dahil olmasını sağlıyor ve farklı kültürel arka planlardan gelen hikayeleri birleştiren evrensel bir dil oluşturuyor.

Ses tasarımı da filmde önemli bir rol oynuyor. Özellikle Tokyo’da geçen sahnelerde, işitme engelli bir karakterin dünyasını deneyimlemek üzere sesin kullanımı, izleyiciye karakterin perspektifini anlama fırsatı sunuyor. Bu, izleyicinin filmdeki karakterlerle olan bağını güçlendiriyor ve iletişim engellerinin ötesinde bir empati kurma deneyimi sunuyor.

Filmde kullanılan müzik ve ses efektleri, aynı zamanda, hikayeler arası geçişlerde ve karakterlerin iç dünyalarını anlamamızda önemli bir rol oynuyor. Her bir ses ve nota, filmdeki duygusal yoğunluğu ve anlamı derinleştiriyor, izleyicileri bu karmaşık hikaye ağında rehberlik ediyor.

Sonuç

Alejandro González Iñárritu’nun “Babil”i, sinematografik bir başyapıt olarak dikkat çekiyor ve aynı zamanda izleyicilere kültürel anlayış ve empati kurma konusunda zorlu bir deneyim sunuyor. Film, karmaşık yapısı ve hikayeler arasındaki iç içe geçmiş bağlantıları ile başlangıçta izleyicilere meydan okuyabilir, ancak bu zorluk, filmin sunduğu derin ve anlamlı mesajları anlamada kritik bir rol oynuyor.

Filmdeki oyunculuk performansları, yönetmenlik ve sinematografi, müzik ve ses tasarımı, hikayelerin içsel derinliğini ve duygusal yoğunluğunu artırıyor. “Babil”, farklı kültürler ve insanlar arasındaki iletişim engellerini, yanlış anlaşılmaları ve onların yol açtığı trajedileri anlatırken, aynı zamanda evrensel bir dil ve empati kurma ihtiyacını vurguluyor.

Iñárritu’nun bu eseri, modern dünyanın karmaşık gerçekliğini ve insan ilişkilerinin kırılgan doğasını etkileyici bir şekilde ele alıyor. “Babil”, sadece izlenmesi gereken bir film değil, aynı zamanda üzerine düşünülmesi ve tartışılması gereken bir eser olarak da ön plana çıkıyor. Bu film, izleyicilere, farklı kültürler ve toplumlar arasındaki anlaşmazlıkların ve yanlış anlaşılmaların üstesinden gelme ve daha anlayışlı bir dünya inşa etme konusunda düşündürücü bir bakış açısı sunuyor.

--

--